30 Aralık 2009 Çarşamba

Plastik Şisenin Başına Gelenler...


 
-->
Plastik şişenin ne işe yarayabileceği hakkında daha  önce aklınıza gelen bir şey oldu mu bilmiyorum ama yapılabilecekler sadece hayal gücümüzle sınırlı…

Fotoğrafa ait alıntı için buraya bakınız...

27 Aralık 2009 Pazar

Meyve Suyu Ambalajından Ne Yapılır?





Uzun zamandır yaptıklarımı, nette karşılaştıklarımı bir kenarda biriktiriyorum. Ama gelgelelim şu üşengeçliğim yok mu; bana en büyük engel… Sonunda yüreğime merhamet düştü de birkaç şey paylaşayım dedim artık!

20 Aralık 2009 Pazar

Yeni Blogum; Blogcu Defteri...



      

Bu blog neden mi var ? İzlemeye değer gördüğüm her türlü blog hakkındaki yorumlarımı, canımın istediği gibi ifade edebileceğim bir platforma ihtiyacım olduğu için var. Blog sahiplerini ve bloglarının içeriğini mümkün mertebe objektif bir şekilde kaleme alma arzusundayım. Bakalım becerebilecekmiyiz... 

Herkesi, Blogcu defterine bekliyorum.
Blogcu Defterine buradan ulaşabilirsiniz...

16 Aralık 2009 Çarşamba

Sokak resmi…

Uzun bir aradan sonra herkese kocaman bir merhaba.

Uzun zamandır neredeydin diye soranlar olacaktır elbet. Bunun bir cevabı olduğunu sanıyorsanız, emin olun yanılıyorsunuz. Nedenini bilmediğim garip bir his, bahsi edilen bu uzun zaman sürecinde bünyemi kilitledi. Metabolizmam sadece yaşamak için çalıştı diyebilirim… Bazı zamanlar içinizden hiçbir şey yapmak gelmez; boş boş etrafı izlemek, sorulan soruları “hah” diyerek ikilettirmek ve her türlü sosyal faaliyeti gereksiz bulmak gibi garip davranışlar sergilemeye başlarsınız. Yaşam felsefeniz bir anda yerle yeksan olup, matematiksel düzlemde sıfıra eş değer gelir. Ağzınızdan çıkan tek anlamlı cümle ise; boşvermişliğin dayanılmaz sureti altında “satmışım anasını” deyişinizdir.

Sanırım bende küresel ısınmazedelerdenim. Benimde enerjim çekildi. Sonbahara girerken başlayan bu belirtiler, Kış mevsiminin artık kendini göstermeye başlaması ile kışı seven bünyemde artık görünmez olmaya başladı. Umarım tez zamanda da kurtulurum bundan. Hatta kurtuldum da diyebiliriz…

Bu gereksiz açılış konuşmasından sonra çok uzun zaman önce varlıklarından haberdar olduğum ve sitelerinde de ilginç sokak çalışmalarını izleyerek hayran kaldığım bir paylaşımda bulunma arzusundayım.

Sokak resmi, Avrupa ülkelerinde oldukça yaygın bir şekilde icra edilen bir sanat hareketi. Türkiye’de her ne kadar çok tanınmasa da literatürde kabul edilebilir bir yere sahip. Türkiye’de örnekleri tabi ki mevcut. Kent yaşamına estetik bir görüntü kazandırmak amacıyla yapılmış ama hiçbir zaman amacına hizmet edememiş trafo boyamaları… Sanat adına hiçbir değer taşımayan bu çalışmalar kimi zümrelerce; “trafo görüntüsünden iyidir” diye yorumlanarak savunulur olmuştur da. Bu işte yerel yönetimlerin parmağı olduğu bir gerçektir. Ama ne yazık ki beğeni düzeyleri düşük, eğitimsiz kişilerin önderliğinde sadece trafolar değil tüm şehir katledilmekte…


Eskişehir Şehir Görüntüsü

Türkiye’de bunun en güzel örneğini Eskişehir’de görebilmeniz mümkündür. Günümüzde bu şehir, sanattan nasibini almış bir başkanın neler yapabileceğinin en büyük görsel ifadesidir.



Eskişehir Şehir Görüntüsü

Can Dündar bir yazısında; “Türkiye’de sinema ve tiyatrolar düğün salonlarına dönüştürülürken, Büyükerşen başkan olunca nikâh salonu inşaatının projesini değiştirmiş; Eskişehir 570 kişilik nefis bir tiyatro salonuna, döner platformlu 480 kişilik göz kamaştırıcı bir opera ve senfoni salonuna ve aralarındaki sergi salonuna kavuşmuş...” diye anlatırken diyordu ki: “Eskişehir’e gittim. Türkiye’ye inancımı tazeleyerek döndüm...” (26 Nisan 2005)

Keşke bu bilince sahip insanların varlığı, güzel Türkiyem için her zaman daim olsa…

Asıl konuya tekrar dönecek olursak; yer yer logar kapaklarını ve genellikle asfalt yolların kenarlarındaki su giderlerini renklendirerek esprili bir kent görüntüsü nasıl yaratılır sorusunun en güzel cevabı bu çalışmalardır sanırım…

Çok fazla söze gerek yok aslında buyrun bakın;




























Fotoğraflara ait alıntılar ve sokak resimlerinin devamı için lütfen BURADAN buyrun!

28 Kasım 2009 Cumartesi

Başlıksız...

Blog dünyasının zenginliğine diyecek yok. Her ne kadar Türkiye’de çok yaygınlaşmamış olsa da yeni blogların varlığı hatrı sayılır bir şekilde artış göstermekte. Her geçen gün çeşit çeşit blog aktif hale gelmekte. Kimileri ilgi çekici ve takip etmeye değer, kimileri ise blogu açandan başkasına herhangi bir faydası olmayan cinsten. Bununla birlikte mantığını çözemediğim blogların varlığı da söz konusu. Sadece onun bunun blogunu tanıtanlar mı dersin, yoksa her gün düzenli olarak öznesi ve yüklemi hiçbir zaman doğru yerde olmayan cümleler kuranlar mı…

Zamana değer kazandırıp, hayatın anlamını aramak gibi bir derdimiz yok elbet. Ama mümkünse mantık kategorisinden az da olsa nasibinizi alsanız diyorum. Milletin blogunu bir iki satır kelamla tanıtmak için neden bu kadar ızdırap çeker ki insan? Eğer ki böyle bir iş yapacaksın; paylaşıma değer gördüğün ve önemsediğin blogları tanıt, uzun uzun bahset içeriğinden, kime ne faydası var sırala reçete gibi. Önüne kim geliyorsa geliyorsa gelsin ekleme. Bu tarz bloglardan ziyadesiyle irite olduğumu belirtmek isterim. Böyle mücadelelere sahip blog sahipleri bu yazıyı okuyup, sinir harbi yaşarlarsa da onlar için yapabileceğim çok fazla bir şey yok! Ama onlar beni cezalandırsınlar! Nasıl mı? Kendi bloglarında benim blogumu tanıtmayarak… Buna çok üzüleceğime emin olabilirler.

Bir de habire aynı şeyi evire çevire yapıp,yapıp, yine yapıp, usanmadan bir daha yapıp paylaşanlar var tabi. Onlar içinde söyleyecek pek fazla bir şey bulamıyorum. İçerik aynı, malzeme aynı, yapılışı aynı, kullanım amacı aynı vs... Tek fark yeni yapılmış olması. Doğal olarak diğeri de eskimiş oluyor tabi. Bu şekilde fabrikasyon mantığı ile kendini amele pozisyonuna sokanlara da küçük bir önerim var; nefesinizi tutup 10 dk bekleyin lütfen… Hatta 15 dk. yapalım şunu, garanti olsun.

Şimdi kimi sorumluluk sahipleri eminim bana kızacaklar. Beğenmiyorsan bakma kardeşim o bloglara diyecekler. Belki haklılarda ama yazmasaydım çatlardım. Böyle bir ölüm hiçte şık durmaz herhalde. Çatlayarak ölmek yani… Ben daha şatafatlı bir ölüm fantezisindeyim. O yüzden bu sorumluluk sahibi şahısların böyle bir mücadeleye girmemelerini rica ediyorum. Zira bunu yazma nedenim az öncede açıklandığı üzre; ölüm-kalım meselesiydi…



Evetttt sıra geldi “yapamadıysan alkışla bari” bölümümüze;

Yaratıcılığın daniskasına şahit oldum geçenlerde. Pekte hoşuma gitti ve bunu mutlaka paylaşmalıyım diye içimden sinsi sinsi planlar yaptım. Aslında bir çok insanın çöp olarak gördüğü yığınlar ne kadarda işlevli hale getirilebiliyor. Neye nasıl baktığımızla alakalı olsa gerek bu. Birisi için çöp kadar kıymetli görünmezken, bir diğeri için eşi benzeri bulunmaz bir malzeme olabiliyor. İşte bunun en güzel örneklerinden birisi şimdi karşınızda;

ÖNCE


Modern bir salonun içinde gayet şık duracağına eminim. Galvanizden yapılmış bir levhanın, asıl üretilme amacına yönelik görevinden emekli edildikten sonra böyle bir işte yeniden kullanılması, ona sunulacak en büyük emeklilik ikramiyesi olsa gerek...
 
SONRA

Fotoğraflara ait alıntılar için buradan buyrun...


Küresel ısınmanın en güncel mevzu olduğu günümüzde, yağmur suyunu kullanılabilir hale getirme fikri de bir başka alkış nedenim.
Yağmur oluklarından süratle aşağıya doğru inen ve kanalizasyondaki akibeti hakkında hiçbir fikri olmayan su damlacıklarının hikayesi bu. Varolma nedenlerine daha da bi’anlam katmak üzere yapılmış bu çalışma, yağmur oluklarına monte edilmiş bir su haznesinin daha sonraki dönemlerde çiçek sulama işinde nasıl kullanılabileceği fikrini anlatıyor.






Fotoğraflara ait alıntılar için buradan buyrun...


Malum mevsim kış. Hastalıklar kapıda… Ve bununla birlikte zaten bünyeye ev sahibi olarak yerleşmiş hastalıklarımız. Dilerim böyle mücadeleleriniz yoktur. Olmasında…
Ama bir yakınınız/tanıdığınız/komşunuz vs. ciğerleri/kolu/bacağı vs. ile ilgili röntgen filmi çektirdiyse işte fırsat bu demektir. Belki daha da şanslısınızdır! Bir radyoloji uzmanı yada bu işlerle haşır neşir bir doktor yakınınız vardır. Bu son söylediğimiz tercih nedenimizdir belirtmek isterim.

Bu kadar çene egzersizinden sonra sanırım asıl mevzuya geçmenin artık sırası geldi.

Evinizde bir abajurunuz var ve artık yenilenmesi gerekiyor. Röntgen filmleri ise ışığı geçiren şeffaf bir yapıya sahip. Bu birlikteliğin alakası ne diyorsanız…

Taa tammmm;





Fotoğraflara ait alıntılar için buradan buyrun...


Ve son olarak bir öneri daha…


Küçük balığınızın fanusu kırıldı. Aksilik bu ya; bir taraftan da blenderınız artık çalışmamaya başladı.
O zaman yapacağınız şey çok basit;


Fotoğrafa ait alıntı için buradan buyrun...









25 Kasım 2009 Çarşamba

Buralarda Durasım yok!

Kent yaşamı, şehrin kalabalık o yoğun temposu ve buna ayak uydurmak zorunda olan insanlar… Bir yanda ise dar sokaklara sıkışmış bir sürü bina. Toprağa hasret gideceğiz anlaşılan. Hani ilerde bir gün gelirde süper marketler, konserve edilmiş kavanoz içinde satmaya başlarlarsa toprağı şaşırmayacağım. Keşke bir köyüm olsa da alıp başımı gitsem oralara… Bunları düşündükçe ilkokul çocukları gibi “Orda bir köy var uzakta” adlı türkümsü şeyi fütursuzca söyleyip durasım geliyor.
Bu şehir hayatı, koşuşturmaca, bunca kalabalığın içinde yaşadığımız yalnızlık ve daha nicesi…

Masallarda beyaz atlı prensesini bekleyen prenseslere döndük. Biz de bir köy muhtarı bekliyoruz; al sana 3 dönüm tarla diyebilecek cömertliğe sahip olanından. Yakışıklı olması gerekmiyor yani..

Özlemlerimiz alıp başını gidiyor. Durdur durdurabilirsen…

Neler istemiyoruz ki;

Egzoz dumanına bulanmış asfalt kokusu değil, yağmuru yedikçe ıslanan çimen aromalı toprak kokusu duymak istiyorum!

Bilgisayar başında beyin hücrelerimi değil, köy evlerindeki ocak başında yufka ekmeği yemek istiyorum!

Falan filan…

Biraz abarttım sanırım; Hani Mevlana beni görse, sen gelme derdi herhalde. O derece… Habire bir şeyler istiyorum! İşin kötü tarafı engelde olamıyorum.

Toprağın, bitkilerle bütünleşmesi ve yaşam belirtisi gösteren bir durum haline dönüşmesi varlığın en büyük belirtisi…

Kent düzenin neden olduğu sınırlı yaşam alanları, insanların da alternatif çözümler üretmesine neden olmuş.








Fotoğraflara ait alıntılar için buradan buyrun...


Belki uzun ömürlü değil ama dekoratif olarak oldukça dikkat çekici. Bir kitabın bu şekilde katlediliyor olması hakkında yorum belirtmeye sanırım gerek yok.



Fotoğrafa ait alıntı için buradan buyrun...


 Fotoğrafa ait alıntılar için buradan buyrun...

Plastik çizmelerin bu iş için kullanılması ise dayanıklılık açısından oldukça mantıklı. İlk görünüşte garipsense de esprili bir hali var bu ayaklı saksıların…

Yeri gelmişken, alternatif olarak çizmenin kulanım alanlarını nasıl genişletebiliriz sorusuna güzel bir cevap olmuş bu da ;


Fotoğrafa ait alıntı için buradan buyrun...

Eskimiş ayakkabılar ve artık kullanılmayan bir komidin de, balkonunuzda derli toplu duran küçük bir bahçe yapmak için alternatif diğer bir öneri…


Fotoğrafa ait alıntı için buradan buyrun...

22 Kasım 2009 Pazar

Ahşap Kablo Sevk Makaralarını Nasıl Değerlendirmeli?




Hemen hemen herkesin hayatında mutlaka bir kez de olsa gördüğü bir şeydir herhalde ahşap kablo sevk makaraları. Genellikle elektrik işi ile ilgili çalışmaların yapıldığı inşaat vb. gibi mekanlarda görmeniz olasıdır. Bununla birlikte elektrik işi yapan dükkanlarda da rastlayabilirsiniz. Ben oldum olası sevmişimdir bu makaraların formunu. Her gördüğümde acaba bundan ne yapmalı diye mutlaka düşünürüm. Geçmişte bir fırsat yakalamış ve öğrenciliğim sırasında salonumda yemek masası olarak kullanmıştım. Sonrasında kıymetini bilmediğimden mütevellit ziyanlara karıştı gitti…

Gelelim bu kadar laf salatasını neden yaptığımıza;


Ahşap kablo sevk makaraları ile yapılabilecekler hakkında sizlerle birkaç geridönüşüm çalışmasını paylaşmakta fayda görüyorum.



Orta boylarda üretimi yapılan ahşap kablo sevk makaraları ile yapılmış bir puf karşınızda. Göründüğü üzre yapımı da oldukça basit. Makaranın ahşabını istediğiniz renkte Plastik boya(su bazlı) yada yağlıboya ile boyadıktan(yağlı boya ile boyamak istiyorsanız öncesinde astar boya atmanız gerektiğini de unutmayınız) sonra iş oturma yerini yapmaya geliyor. Döşemecilerden kolaylıkla bulacağınız döşeme süngeri ile üst kısmını kaplayıp beğendiğiniz desende ve türde aldığınız döşemelik kumaş ile kaplayacaksınız.
 




Puf fotoğraflarına ait alıntılar için buradan buyrun....

Ve yine alternatif bir çözüm önerisi üretmişler; sallanan sandalye… Bunu yapmak için biraz teknik desteğe ihtiyacınız olsa da imkansız gibi görünmüyor.

                              

                                           




Sallanan sandalye fotoğraflarına ait alıntılar için buradan buyrun                                          

Neyse ki Geçti…



Sisli bir İstanbul’a, yorgun bir Cumartesi’den mayhoş bir şekilde günaydın demek; zaten yerinde olmayan enerjimi tamamen tıkadı. İsyana teşvik olmuş bünyem, Kasım ayının kasıcı kasvetinden ıkına ıkına kurtulmaya çalışırken, böyle bir güne günaydın diyememek hafızamda az hasar bırakmadı değil. Uzun zamandır canımın en ufak bir atraksiyonun yanından bile geçmek istemediği şu günlerde; nedenini bilmediğim bir Bob MARLEY çirkinliği hissediyorum bedenimde.



Şehir yaşantısı, doğal gaz-su-elektrik-ADSL-telefon faturaları, gecenin bir yarısı karşı komşunun üçüzlerinin koro halindeki bağırışları bla bla bla… Hayat zor azizim diyerek son noktayı koymak isterdim ama içimdeki şeytanı uyandırdılar, engel olamıyorum… İşin kötü tarafı kendimden başka kimseye zararımın olmayışı. Hani hedef şaşırtıp bir atsam şunu üzerimden hafifleyeceğim.
Mesela karşı komşunun üçüzlerinden kıyma yapıp köfte yoğurabilirim. Oldukça eğlenceli olacağına eminim :))



Yok yok… Sanırım ben bileklerimi kesmeyi tercih ederim böyle bir durumda. Yani kısacası nafile yakarışlar bunlar!


Yaşlandıkça insan, daha da bi’dertli oluyor… Yaşlılar dünyasında en fazla bahsi edilen konu olma rekorunu hala elinde tutan; yüksek tansiyon, romatizma vb. gibi hastalıklarla cebelleşmeye başladığımda ne olacağım bilmiyorum. Herhalde bütün apartmanı köfte yaparım o zaman… Sonra onları bir güzel ızgara yapıp kapıcıyla karşılıklı yeriz. Zira o da bu konuda çok dertli :))
Ortalama iki haftadır hiç uğramadığım ve iki gün öncesine kadar da “ne hali varsa görsün!” cümlesini blogum için fütursuzca kurdum durdum.
Yazmayı istediğim, paylaşmaktan büyük keyif alacağımı düşündüğüm o kadar çok şey var ki aslında! Nasıl bir ruhsal pörtleme yaşadıysam artık; hiç elim gitmedi bloga. Neyse ki bu ruh ishali durumundan çıktım sonunda. Yani öyle olduğunu sanıyorum… Ama garantisi yok her an depreşebilir.
:))
Son tahlilde vaziyet şu;


Yapılması gereken;



21 Kasım 2009 Cumartesi

Junior Fritz Jacquet ve tuvalet kağıdı ruloları...




Fransız sanatçı Junior Fritz Jacquet'in tuvalet kağıdı rulolarından yapmış olduğu masklar gerçekten görmeye değer...

Şöyle bir bakınca yapımının çokta zor olmadığı anlaşılan bu maskların üretim süreci hakkında tahminlerimi birazda olsa aktarmak sanırım iyi olur.

Bu masklara, şöyle bir  baktığımızda akla gelecek ilk soru; o sert kağıda nasıl böyle şekil verebildiği olabilir. Suyla ıslatarak nemlendirdiği bu rulolara belki bir kaç alet yardım ile kolayca şekil verdiği kanısındayım. Şekil verme işini tamamladıktan sonra ki aşama ise kurumaya bırakmak... Tamamen kurumuş olan masları son olarak renklendirip vernikledikten sonra kullanıma hazır hale getirdiği de aşikar. Denemek isteyenler varsa bence çok beklemesinler zira oldukça keyifli görünüyor...



Junior Fritz Jacquet'in çalışmaları için sitesini ziyaret edebilirsiniz...

20 Kasım 2009 Cuma

Kütük & Plak Çalar





Aranızda eski plaklara/pikaplara/plak çalarlara ilgisi olan var mıdır bilmiyorum ama eğer varsa nostalji ile bütünleşmiş modern tasarımları görmenizde fayda var derim…

Oldukça dikkat çekici tasarımların yaratıldığı bu plak çalarlar, gelişen teknolojinin sunduğu nimetlerin yanında eskisi kadar kullanılır mı? Belki kullanılmaz fakat bunları insan sırf dekor amaçlı da alıp evine/işyerine koyabilir. O kadar estetik görünüyorlar ki; insanın, bu doğa ile bütünleşmiş plak çalarlardan bir tanesine sahip olası geliyor.

Karar sizin…





















Fotoğraflara ait alıntılar için burayı ziyaret edebilirsiniz...